20 Eylül 2013 Cuma

Svalbard & Norveç

Geçen yıl kalçamı kırmam, ardından da bizim oğlanın doğumu derken nicedir uzaklara gidemiyor olmanın yarattığı huzursuzluk almış başını gidiyordu ki buna son vermek adına yollara koyulmaya karar verdim. Genelde az gelişmiş ülkeleri daha ilginç bulur, seyahatlerimde bu ülkelere öncelik tanırım. Ancak bu sefer tercihimi, yazın ılıman havası ve yemyeşil doğası ile gezmesine doyum olmayan Kuzey Avrupa’dan, Norveç’ten yana kullandım.
İzmir’den Oslo’ya Miles&Smiles millerimi kullanarak gittim. Oslo’dan Svalbard’a ise Norwegian Air Shuttle adlı ucuz havayolu şirketini kullandım. Svalbard adı sanı pek duyulmasa da oldukça büyük bir takımada... Yüzölçümü 61.000 km2 = Kıbrıs’ın 7 katı! En büyük adası Spitsbergen adını taşıyor. Tüm takımadada toplam 2500 kişi yaşıyor. Spitsbergen, 78. enlemde, yani kuzey kutup dairesiyle kutbun tam ortasında yer alıyor. Hepi topu 1300 km daha ötesi kuzey kutbu... En büyük yerleşim merkezi olan Longyearbyen’daki havaalanı dünyada tarifeli uçakla gidilebilecek en kuzeydeki havalimanı olma özelliğini taşıyor. Güneş 19 Nisan’da doğuyor, 25 Ağustos’a kadar batmıyor.  27 Ekim’de battıktan sonra 15 Şubat’a kadar doğmuyor. 6 olmasa da 4 ay gece,  4 ay gündüz...
Bu tip astronomik atraksiyonlar yeterince ilginç olsa da kutup ayısı sayısının (=3000) insan sayısından fazla olması, balina, fok, ren geyiği gibi hayvanların görülebilir ve hatta yenebilir olması da olayın tuzu biberi… Pyramiden adlı şu anda terk edilmiş bir Rus yerleşkesine yaptığımız gemi yolculuğu sırasında tam içeride uyukluyordum ki dışarıdan gelen çığlıklarla ayıldım, ya biri denize düştü ya da çok enteresan bir şey görüldü diye düşünerek güverteye fırladım. Bereket ikinci şıkmış, karşımızda devasa cüssesiyle bir balina defalarca atlayarak yolculuğumuza renk kattı. Öğle yemeğinde de sağ olsunlar, daha önce gemi personelinin kendi yakaladığı bir balinadan ikram ettiler. Balina eti gerçekten inanılmaz lezzetli. Bildiğimiz kırmızı et görünümünde ve çok yumuşak. Lezzeti dana etine benziyor, fakat derinden ciğeri andırıyor. Daha sonra denediğim ren geyiğinin dana etinden bir farkını göremedim. Fok eti ise biraz farklıydı. Rengi siyaha yakın, lezzeti ise daha çok ciğere benziyor denilebilir.
Kutup ayılarına karşı genelde korkuyla karışık bir saygı gösteriliyor. Nitekim İskandinav dillerinde “ayı” manasına gelen “Björn” tüm kuzey ülkelerinde olduğu gibi Norveç’te de oldukça yaygın bir erkek ismi. (Ör: Tenisçi Björn Borg) İnsan evladına ayı der mi, elbet diyebilir. Onlar bizim Aslan’ımıza karışmasınlar, biz de onların Björn’üne, böylelikle anlaşmış olalım. Diğer ayı tipleri insanı gördüğünde ürküp kaçarken kutup ayıları pek oralı olmuyormuş, bir de kazara açlarsa direkt saldırıyorlarmış. BBC belgeselinde, korunaklı bir cam küredeki kameramana aç kutup ayısının 45 dakika süren ısrarcı ve zekice saldırısını izlemişsinizdir. Bu film de Svalbard’da çekilmiş. İzlemeyenler şuradan buyursun:


Kasaba dışına silahsız kesinlikle çıkılmaması tavsiye ediliyor. En son 2011’de bir İngiliz delikanlı ayı saldırısında ölmüş, her ne kadar ayılar yazın fokların peşinden daha kuzeye gitseler de dikkat etmek gerekiyor.
Svalbard konumu itibariyle birçok bilimsel araştırmaya da ev sahipliği yapıyor. Ama bunların en önemlisi belki de Global Seed Vault (Global Tohum Mahzeni). Dünya üzerindeki gıda özelliği olan tüm (evet tüm) bitki tohumlarından birer örnek toplanmış ve daha önce kömür madeni olan bu mahzende korunuyor. Bu Nuh’un Gemisi projesinde şu an toplam 770 bin çeşit tohum -18°C’de burada saklanıyor. İnsanlık için önemli bir çalışma…
Svalbard’da iki gün kalıp Ağustos ortasında kar tipi içinde donduktan sonra başkent Oslo’ya döndüm. Beni 25°C’lik harika bir hava karşıladı.
Dünya seyahatim sırasında, Fiji’nin Mana Adası’nda kaldığım barakayı iki Norveçli genç ile paylaşırken onlara ülkelerinden memnun olup olmadıklarını sormuştum. Norveçlilerin her ne kadar zengin olsalar da karanlık ve soğuk havanın etkisiyle alkolizm ve depresyonun pençesinde inim inim inleyen mutsuz insanlar olduklarını düşünüp onlar adına üzülürken çocuklardan biri beni ters köşeye yatırdı: “Norveç mükemmel bir ülke, bir de şu Fiji’nin havası olsaydı o zaman dünyadaki cennet olurdu.”
İşte bu sıcak havayla beraber çocuğun tasvir ettiği dünyadaki cennet modeli de tamamlanmış oldu. Norveç gerçekten de bizim ancak hayalini kurabileceğimiz düzeyde bir refah seviyesi oturtmuş. Ülkedeki her şey vatandaşların huzuru ve mutluluğunu daim kılmak adına düzenlenmiş. Ulaşım, altyapı, devlet organları, her şey… Norveç ile refah seviyesi konusunda sanıyorum ancak dili, dini, her özelliğiyle benzediği kardeşi İsveç kapışabilir. İsveç’in 1986 yılında öldürülen başbakanı Olof Palme’nin yürüyerek korumasız şekilde gittiği sinemadan dönerken vurulduğunu duymuşsunuzdur. 1990’larda o zamanın Yeni Yüzyıl gazetesinde bir fotoğraf görmüştüm. Ayağı kırık bir adam iki kızın arkasında bankamatik kuyruğunda bekliyor. Oradan kazara geçen bir Japon turist bu kişinin bir hafta önce bir tenis maçında sakatlanan İsveç başbakanı olduğunu fark edip o fotoğrafı çekiyor. (Yine korumasız) Alttaki videoda çeşitli dans figürleri sergileyen İsveç polisine ne demeli…


Oslo’ya gitmeden önce Adnan Menderes Havalimanı’nda beklerken televizyonda Norveç başbakanının seçim öncesinde halkı daha iyi anlayabilmek adına taksi şoförü rolüne girip vatandaşın şikâyetlerini dinlediği bir haber izledim. Sonrasında bunun düzmece olduğunu iddia edenler oldu ama yine de başbakanın bu mütevazılığine şaşmamak elde mi?


Ne kadar bizi andıran, ne kadar bizden örnekler, değil mi ?! Artık hangi ülkenin uygarlık yarışında daha önde olduğuna buyurun siz karar verin.
Norveç, 5 milyonluk toplam nüfusuyla harika bir sistem kurmuş kurmasına da bu sistem sanıyorum biraz pahalıya mal olmuş, fiyatlar (özellikle gıda) pes dedirtecek şekilde pahalı. Pahalı olduğu bilinen Avrupa ülkelerinde bile Norveç’in pahalılığı meşhurmuş diyeyim siz anlayın. Birkaç örnek: Standart bir eli yüzü düzgün restoranda çorba 40 TL, bir tabak yemek min 70 TL. Burger King’de Big Mac Menu 27 TL. Ama en çok koyanı: 50 cl su: 10 TL! Adım başı şelale, göle denk gelinen bu sulak ülkede bu fiyat neyin nesidir çözemedim, boş şişemi bulduğum musluktan doldurmak suretiyle olayı sessizce protesto ettim. Otelleri, uçak biletlerini önceden ayarlamak suretiyle uygun fiyat yakalamak mümkün ama gıda konusunda tedarikli gelinmesini öneririm.
Oslo, rehber kitaplar ve internetteki kaynaklar tarafından çok fazla beğenilmiyor/önerilmiyor. Bu bölgeye gideceklere daha çok Bergen, Stockholm ve Göteborg önerilse de ben Oslo’yu sevdim. Birçok ilginç müzeye sahiplik eden Bygdøy’u ile, renkli cafe ve barları ile, kayakla atlama heyecanını yaşatan Holmenkollen’i ve birbirinden güzel heykele ev sahipliği yapan Frogner Park’ı ile, en önemlisi yemyeşil doğasıyla Oslo çok güzel bir kent… Bu adamlar bildiğiniz ormanda yaşıyor! Bu medeniyet sevmez, istemezükçü zihniyet şehri yemyeşil bırakmış, maalesef adım başı parka yeşilliğe rastlanıyor! Özellikle şehrin tam merkezinde, 300-400 m açıkta bulunan Hovedoya adasını görmenizi isterdim. Yemyeşil bir ormanla örtülü bu adada en fazla 4-5 bina bulunuyor. İstemezükçü, çağdışı zihniyet maalesef burada da AVM ve yol yapılmasına mani olmuş ve Norveç’in müreffeh bir seviyeye ulaşmasını engellemişler!
Oslo’nun merkezinde bile şelale olur da Norveç’in kırsalı güzel olmaz mı? Oslo-Bergen tren yolu dünyanın en güzel manzaralı yolculuklarından biri olarak anılıyor. Ben günübirlik Norway in Nutshell denilen turu gerçekleştirdim. Harika manzaralı bir tren yolculuğundan sonra Norveç fyordlerinin en güzellerinden Nærøyfjord’de 3 saatlik bir gemi yolculuğu yaptım. Ancak, fyordlerin hakkını vermek için bir cruise seyahati yapmanın daha yerinde olacağını söyleyebilirim.
İstanbul’daki konseri kaçırdığıma üzülürken hoş bir rastlantıyla Roger Waters’ın Oslo konserine denk gelip konsere orada katılmam ve Almanya’da yaşayan arkadaşım Özkan ile yine hoş bir rastlantıyla Oslo’da buluşmamız da kendi adıma bu turun güzel sürprizleri oldu.
Norveç’in ünlü kuzey ışıklarını maalesef bu sefer göremesem de bu ülkeye gitmem için bir sebep kalmış olmasına seviniyorum. Bir de fyordleri gemi ile maaile gezer miyiz, umarım bir gün…