24 Eylül 2011 Cumartesi

Gürcistan & Ermenistan

İran’dan sonra “görülmedik komşu ülke kalmasın” düşüncesiyle Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan üçlemesini planlamıştık. Niyetimiz Sarp üzerinden Gürcistan’a girmek, Ermenistan’ı görmek, Ermeni sınırı kapalı olmasından ötürü tekrar Gürcistan üzerinden Azerbaycan’a girip turu tamamlamaktı. Ancak, dost Azeri kardaşlarımız -biz onlara vize uygulamamamıza rağmen- bize vize uygulayınca kendilerini gezi programından çıkartmak zorunda kaldık. (Bakü Havaalanı’ndan ücretsiz vize alınabiliyor. Lakin kara sınırından girilecekse sınırda vize alınamıyor. Elden vize başvurusu için İstanbul’a gitmek, üç gün sonra yine İstanbul’a dönüp vizeyi elden almak icap ediyormuş. Kendilerine yahşi günler temenni ederim.)
Hal böyle olunca, planı 2 ülkeye indirip Trabzon’a uçtuk ve 3 saatlik yolculukla Sarp’a vardık. Karadeniz halkının Karadeniz ile hamsi haricindeki bağlantısızlığı bir kere daha dikkatimi çekti. Haydi anladık, alkol tasvip edilmiyor, deniz kenarı içkili restoran yok – haydi anladık, bayanlar denize girmeye yanaşmıyor. Üç beş deniz kenarı kafe ve restorandan ve kendi halinde denize giren birkaç delikanlıdan başka denize ilgi alaka yok Karadeniz’de. Yeni yapılan otobanın bu bağlantısızlıkta elbette payı var ama yoldan önce de durum açıkçası pek farklı değildi. Sarp sınırını vizesiz ve çilesiz geçip Gürcistan’a girdikten sonra Gürcülerin denizle kaynaşmış olması ilk dikkatimizi çeken unsur oldu. Sınırın hemen yanı başında cıvıl cıvıl bir plaj bulunuyor. Batum’un içi de beach club’ları ile güney plajlarımızı aratmıyor. Batum, kumarhaneleriyle özellikle Karadenizli vatandaşlarımız için çoktan bir cazibe merkezi olmuş. Bir Türk’ün yapıp işlettiği Sheraton Otel’in yanı sıra birçok yeni ve güzel bina dikkat çekiyor. 7 yıl evvel 32 yaşında başbakan olmuş genç ve karizmatik Acara Başbakanı Levan Varshalomidze’nin bu hızlı modernleşme sürecindeki payı büyük. Biz politikayı anca eş dost sohbetlerine meze ederken bu delikanlı genç yaşta Acara eyaletinin başbakanı olmuş, ülkeyle anılan rüşvetin belini kırmış, tertemiz bir şehir kurmuş, çalışmaya devam ediyor. Ellerine sağlık…
Yalnızca Batum’da değil, Gürcistan’ın tümünde bir yeniden yapılanma söz konusu diyebiliriz. Tiflis adeta dev bir şantiye, bu haliyle 90’ların Macaristan’ını, Çek Cumhuriyeti’ni andırıyor. Yalnızca köhne Sovyet binalarını yenilemekle kalmamışlar; kendine has özellikler taşıyan heykel, köprü ve binalarla, ustalıkla planlanmış gece aydınlatmalarıyla şehirlerine turistik değer eklemesini gayet iyi bilmişler. Hepsi yeni yapılan Batum’daki Aşk Heykeli, Tiflis’teki Saat Kulesi ve Barış Köprüsü bu yeni turistik öğelerden yalnızca birkaçı…
Gürcüler inanılmaz derecede dinlerine bağlı bir halk. Özellikle Tiflis’te herhangi bir noktada kafanızı kaldırdığınızda ortalama üç kilise görebiliyorsunuz. Bir kilise gördükleri anda genci yaşlısı üç defadan olmak üzere istavrozlarından taviz vermiyorlar. Kilisesi bol bir alanda yolculuk yaparsanız, dakika başı istavrozlarla araç eşrafının elleri havadan inmiyor, etrafı ulvi bir hava kaplıyor. Bu yoğun dindarlık yarışında kara elbiseli yaşlı teyzeler önde gidiyor, gördüğüm kadarıyla…
Gezmek, gözlemlemek, fotoğraf çekmek derken acıkan karınlara derman olan birçok yemek var Gürcistan’da. Lakin genelde hamur bazlı olan yemekler bünyeyi şişirecek cinsten. Her sofranın vazgeçilmezi olan başyemek hinkaliyi büyücek mantı olarak tanımlayabiliriz. Bunun yanı sıra Karadeniz pidesine benzer kaçapuri de yenilesi yemeklerden sayılabilir. Bizim pek alışık olmadığımız ve kuvvetli bir tada sahip kişnişi her ete ve salataya eklemeleri biraz rahatsızlık verebiliyor. Yemekler güzel hoş, lakin bizi asıl kalbimizden vuran Natakhtari limonatası (aslen gazoz ama limonata demeyi uygun görmüşler) oldu. Limonatanın da kalp vuranı olur mu demeyin, gerçekten inanılmaz bir lezzet. Limonlusundan başka bu limonatanın şeftalilisi, armutlusu, Allah sizi inandırsın tarhunlusu bile harika! Olsa da içsek… Ancak her şeyden önce İngilizce de içeren bir menü bulmanız lazım. Nitekim Gürcü alfabesi deli işi garip bir alfabe. Arap ve Kiril alfabesini mumla ararsınız. Anlamanın, hatta tahminde bulunmanın kısa vadede imkânı yok. Onlar bu eski alfabeleriyle övünekoysun, siz iyisi mi düzgün bir rehber kitap ya da Gürcüce bilen birini bulun yoksa zor anlar sizleri bekler.
Rusya sınırında, Beşiktaş’ın eleme turunda geçtiği Vladikavkaz’ın dibinde bulunan ve Kazbeg dağının eteğindeki bir tepeye kurulmuş Tsminda Sameba Kilisesi’ne ev sahipliği yapan Kazbegi bir sonraki durağımızdı. Sessizlik içindeki bu şipşirin Kafkas köyünden tepedeki mistik kiliseye ulaşmak için muhteşem manzaralar eşliğinde 1,5 saat tırmanmak gerekiyor. Gezimizin en pastoral anlarının yaşandığı Kazbegi’nden sonra merakla beklediğimiz Ermenistan’a doğru yola çıktık. Düzgün sayılabilecek Gürcü yollarını arşınladıktan sonra Gürcü-Ermeni sınırına vardık. Gayet akıcı şekilde Türkçe konuşan, Ardahan’ın Karadeniz’in Bursa’sı olduğunu Türkçe olarak ifade eden (!) Gürcü polisini geçtikten sonra kendi aralarında Farsça konuşan İranlı ailenin Ermeni sınır polisiyle yine Türkçe olarak “arabada kaç nefer olduğunu” tartışmaları gözlerimizi yaşarttı. “Abi, vize parası vereceksin” diyen Ermeni polise vize parasını “Hay hay” deyip takdim ettikten sonra mola yerinde Ermeni şoförün “Efendi, yemek yiyecek misin?” demesiyle kendimizi adeta Türkçe Olimpiyatları’nda hissettik, kısa süreliğine olsa da İngilizlerin hep yaşadığı o tatlı “benim dilimi gevelemeye çalışıyor keratalar” ukalalığını yüreğimizde hissettik. Dolayısıyla “acaba sınırda ve yolda Türk olduğumuzu öğrendiklerinde sıkıntı yaşar mıyız” diye düşünmemizin abesle iştigal olduğunu görmüş olduk. İran gezimden sonra yine yabancı ülkede kendi dilinde konuşabilmek ne güzel bir şeymiş…
Soykırım konusunun Ağrı/Ararat’ın öte yanından nasıl algılandığını gözlemlemek adına gittiğimiz Ermenistan’da açıkçası “Türk” kelimesinin çok da popüler bir kelime olmayacağını varsaymıştık. Tarihte ilgimiz alakamız olmayan İskandinavya’dan bile birçok densizin “Türk’üm” deyince suratını asıp küstüğü vakiyken malum sebeplerden ötürü Ermenistan’da bir sevgi gösterisi beklemiyorduk. Eski, dar Ermeni karayolundan giderken yanımızdan vızır vızır geçen Türkiye’nin dört bir yanından hatta İzmir’den kalkıp gelmiş Türk tırları aslında durumun çok da vahim olmadığının ilk göstergeleriydi.
Başkent haricindeki yerler az gelişmiş olsa ve bizim Doğu Anadolu’yu andırsa da Erivan onların Ararat dedikleri Ağrı Dağı’nın doğu tarafında kurulmuş, inanılmaz düzgün bir şehir planlamasına sahip güzel ve modern bir kent. Nerede okuduğumu anımsamıyorum, bir Ermenistanlı “Ararat’ın bizim için değerinin ne olduğunu bilseniz, siz kendi ellerinizle taşıyıp buraya getirirsiniz” diyordu. Gerçekten şehrin neredeyse her yerini domine eden ulu bir görüntüsü var Ağrı’nın burada. Doğubeyazıt tarafından da görmüştüm, lakin kesinlikle bu denli etkileyici değildi. Tarihi bağları da ekleyince neredeyse herhangi iki üründen birinin neden adının Ararat olduğunu anlamak güç olmuyor.
İtalyanları, İspanyolları, hatta Yunanları unutun. Dünya’da Türklere bu kadar benzeyen başka bir halk bulmak mümkün değil. Gürcüler genelde Şota Arveladze tarzı biraz değişik bir tipe sahip olsalar da Ermenilerin kadınını da erkeğini de bizden ayırt etmek mümkün değil. Her biri Hamza Dayı, her biri Ayşe Teyze. Genç kuşak inanılmaz bakımlı. Özellikle kızların her biri Erivan sokaklarında defileye çıkmış gibi. ABD’deki akranları Kim Kardashian gibi acayip sevimliler ve çok şekerler. Anadolu’nun o sıcak terbiyesini aldıkları her hallerinden belli. (Sevimlilik, şekerlik ve sıcak terbiye konusu için bkz: Adnan Oktar Hoca’nın Kim Kardashian’ın sedef hastalığına yakalanması konusunda yaptığı dini açıklamalar)
Yüzyıllarca beraber süren ortak yaşam, kültürleri adeta eşitlemiş. Yemek isimlerinin çoğu aynı: Basturma, biber, dolma, kedayif, hashlama, kyufta, lahmajoon, nar, patlijan, sujukh, vb. Kişniş derdi burada da sürüyor. Aynı şekilde kendine has anlaşılmaz alfabe derdi de... (*)
Erivan’da Tiflis’te olduğu kadar çok kilise olmayınca merakla beklediğimiz Soykırım Müzesi’ne yollandık. Girişte iç burkucu bir ağıt ve envai ülke liderinin soykırımı kabul ettiğini sembolize eden çam fideleri karşılıyor sizi. Müzenin içinde Ermenilerin internette de yayınladıkları ispat amaçlı fotoğraflardan farklı pek bir şey göremedik. Girişte Batı Ermenistan dedikleri Doğu Anadolu’da 1915 öncesi kaç Ermeni yaşadığı detaylarıyla belirtiliyor. Van, Muş, Bitlis’te nüfusun neredeyse tamamı Ermeni imiş. Diyarbakır, Sivas, Trabzon, Maraş, Adana, Malatya, Batı Anadolu, Trakya ve İstanbul’da da ciddi Ermeni nüfusu varmış. (Erivan’da Malatya ve Nork Maraş isimli semtlerle eski memleketlerini burada yaşatmayı düşünmüşler.) Yunanlar ve Bulgarlardan sonra bir de Ermenilerin bağımsızlık ilan edip iyice küçülen Osmanlı topraklarında yeni bir bağımsız ülke kurması istenmiyor ve 24 Nisan 1915’de Enver, Talat ve Cemal Paşa tarafından alınan bir kararla Ermeni halkının sürülmesine (tehcir) karar veriliyor. Sonrasında bilindiği üzere o yaz birçok Ermeni yollarda ölüyor. Buraya kadar her şey net. Tartışma da burada başlıyor. Osmanlı Devleti toplu katliam ve soykırım emri verdi mi yoksa Ermeni halkı başıboş çeteler tarafından mı öldürüldü? Müzede savaş öncesi 2.000.000 olan Osmanlı toprağı içindeki Ermeni nüfusunun 1.600.000’inin öldürüldüğü ya da tehcir edildiği yazılıyor. Gördüğüm kadarıyla bu muamma internetteki kaynaklarda da sürdürülüyor. Ne kadarının öldürüldüğü, ne kadarının sürüldüğü pek net değil. Müzenin sonunda Diyarbakır, Van gibi illerden getirilmiş topraklarla ziyaret tamamlanıyor.
Ermenistan halkının, özellikle gençlerin Türklere karşı çok büyük bir öfkesi yok. Zaten burada yerleşik Ermenistan halkı tehcire maruz kalmadığı için 1915 ile çok büyük dertleri de yok. Ancak, bu topraklardan çıkıp giden ve o günleri unutmayan diasporanın kini bitmek bilmiyor. Lakin Türkiye sınırı kapalı olduğu için yanı başındaki bu fırsatı değerlendiremeyen Ermeni halkı soykırımın filanca ülke meclisi tarafından da onaylanmasından çok ekonomik durumlarının iyileştirilmesine odaklanmış durumda. ABD’de, Fransa’da bolluk içinde yaşarken bu konuda bir nevi önlerine taş koyan diasporaya olumlu bakmayanların sayısı bir hayli fazla. Araları 85 km olan Kars ve Gümrü arasındaki Akyaka sınır kapısının açılmasını heyecanla bekliyorlar. Erivan Camisi’nde bize yardımcı olan Ermeni teyze şunları söyledi bize: “Evet, geçmişte öyle ya da böyle istenmeyen şeyler yaşandı. Ancak, artık geleceği düşünmeliyiz ve geçmişi unutmalıyız.” Bizde de olduğu gibi negatif düşünceyi sürdürme ısrarında olanlar elbette ki vardır. Ancak, 2 günlük kısa gezimizde bu tip ters tepkiyle hiç karşılaşmadık. Türk olduğumuzu söyleyince yüzünde güller açan, bizi evlerine arabalarına davet eden insanların olması Ermenistan tarafında dostluğun gitgide güçleneceği yönünde bizlere umut verdi.
Güçlü ülkenin daha çok fetheden ve öldüren anlamına geldiği, hemen her savaşta sivillerin de öldüğü, savaşlar üzerine inşa edilmiş insanlık tarihinde salt masum ya da salt kötü bulmanın imkanı olmadığına inananlardanım. Hangi olay daha trajik? Sözde veya özde Ermeni soykırımı mı, ASALA’nın masum Türk diplomatlarını öldürmesi mi yoksa Hocalı’da birçok Azeri Türk’ünün Ermenilerce katledilmesi mi? Yahudi soykırımı mı, Filistin’de yıllardır bitmeyen İsrail zulmü mü? Japonların Mançurya ve Nanking’de milyonlarca Çinliyi öldürmesi mi, Hiroşima’da tek seferde binlerce sivili öldüren, kanser eden ABD yapımı atom bombası mı? Dresden’de 2 günde 200.000 çoluk çocuk Alman’ın İngiliz yangın bombalarıyla kavrulması mı? Ölen sivillerin hangisi savaşa, hangisi katliama, hangisi soykırıma kurban gitti? Aslolan sonundaki ölüm ise, var mı birbirlerinden farkı? Konu masum veya kötü olup olmama hadisesi değil. Tarihin temel taşı olan savaşta daha güçlü ve fazla ya da daha zayıf ve az olma hadisesinden başka bir şey değil.
Tiflis’e dönerken Ermenistan’ın Lori bölgesindeki tarihi kiliseleri ziyaret ettik. Gürcistan’ın ikinci etabında Stalin’in memleketi Gori ve yol üzerindeki Mstheka ziyaretlerimizle gezimiz sonlandı.
Hassas 1915 konusunda soykırım müzesinde karşılaştığımız Türkiye Ermeni’si amcanın dediği: “Siz neye inanmak istiyorsanız, yine ona inanın.” Lakin gerek birkaç yıla kadar yeni bir Budapeşte, Prag destinasyonuna döneceğine inandığım Gürcistan’ı, gerekse madalyonun diğer tarafını da görmek adına Ermenistan’ı gezi planlarınıza şimdiden ekleyin.

SÜRE: 8 gün
MASRAF: 1200 TL/kişi

FOTOĞRAFLAR: